6 Haziran 2010 Pazar

ASFALT


Dün arabayla bir caddeden geçmeye çalışırken belediyenin asfaltlama çalışmasına rastgeldim. Yolu iki bölmüşler, ince ince geçiş yapmak zorundasın, işçilerin ağzında sigaralar, yol ortasında petrole batmıs karabatak kuşuna benzeyen yol ayırıcı duba, kenarından zift akıtan bir zift tankeri, mazgalların içi dışı zift doluyor, yolda yeni ekilmiş çınar ağaçlarının köklerine köklerine işleyen zift-asfalt karışımları, 30-40 metre ileride kravatlı bir belediye görevlisi (muhtemelen belediyede inşaat mühendisi), kravatı şişik, yaka düğmesi açık, kafasındaki teri mendille siliyor, kulağında cep telefonu, pala bıyıklı....etrafta çocuklar asfalta bakıyor....bir silindir fabrika bacası gibi yukarı uzanmış egzos borusuyla etrafı kapkara dumanlıyor....uzakta bir esnaf dükkan önüne çıkmış meraklı meraklı bakıyor....emekli kılıklı bir sokak sakini bir kürek dolusu asfaltı kapmış evinin girişine asfalt dökmekte...toz duman sıcak bağırtı...arabada Lauryn HİLL çalıyor..asfaltlama yıllardır alttaki asfalt sökülmeden yapılıyor...yollar her yıl 4-5 santim yükseliyor...mazgallar mazgal olmaktan çıkıyor....kaldırımlar sürekli alçak kalıyor...1. katlardaki apartman daireleri zamanla yolun aşağısında kalıyor....kimse kalkıp da şehir her yıl yükseliyor bu ne saçmalık demiyor....asfaltlama sistemi...o manzara...o gürültü değişmiyor..birgün alman asfaltlama çalışmalarını seyretmek istiyorum..

29 Nisan 2010 Perşembe

SIRTLAN


Bebeklere tecavüz edip öldürüyorlar, sevdikleri kızları tenhada bulup vuruyorlar, kıskandıkları sevgililerini bıcakla kesip dilim dilim doğruyorlar, hamile karılarını dayaktan tanınmaz hale getiriyorlar... sürekli kadına, kıza çocuğa yani dişi, yani bedenen daha güçsüz olana karşı korkunç bir sapıklık, korkunç bir şiddet var. İstatistiklere bakmak lazım, doğru kayıtlar var mı emin değilim ama bu şiddet, bu sapıklık Türkiye genelinde o kadar çok ki?

Çünkü toplumun bir bölümü karşı cinsle arkadaşlığa, sosyalliğe açık; diğer tarafının erkek kısmı ise bu sosyalliği , arkadaşlık serbestliğini karşı sürüden dişi koyun kapma fırsatı olarak görüyor, kapınca da sahipleniyor bırakmıyor, Bazen de aç, köpekleşmiş, kural-laf tanımayan bir sırtlan oluveriyor, bebek, çocuk demeden ava saldırıyor; çünkü öyle bir aç, öyle bir köpek ki aklı çalışmıyor.

......
.....

25 Mart 2010 Perşembe

X-45C İnsansız Savaş Uçağı



Bu ne arkadaş, ne ürkütücü, ne korkunç.... frank zappa gibi

22 Mart 2010 Pazartesi

OLAMADIN MUHACIR

Kışın ister Uludağı,
Yazın ister holidayi,
Olur bunlar nakitleyi,
Olamadın muhacır,

Bahçede ekmez ki fidan,
Kumaş ile dikmez mintan,
Olur bunlar para ile,
Olamadın muhacır,

Reçeli de, yufkası da,
Omleti de, turtası da,
Alınır da pastaneden,
Olamadın muhacır,

Döktüğünle dünya doyar,
Yırttığınla devran döner,
Yok mu bunun tutumcası,
Olamadın muhacır,

Ayran dersin bakkaldadır,
Yoğurt dersin markettedir,
Satılmasa baş derttedir,
Olamadın muhacır,

Sucuğundan, turşusundan,
Biberinden salçasından,
Kışın yiyek yufkasından,
Olamadın muhacır,

Demez oto benzin yakar,
Sigarası nice tüter,
Bilmez zarar neresinde,
Olamadın muhacır,

Bankadaki para ile,
Kartındaki puan ile,
Serhan der ki tutum ile
Dikemedin evleri de,
Olamadın muhacır.

20 Mart 2010 Cumartesi

Sorular


"Ayşe, kardeşi doğduğunda 7 yaşındaydı. Ayşenin kardeşi 4 yaşına geldi, Ayşe kaç yaşındadır.?"

İlkokul 1. sınıf öğrencisine sorulan sorular. Daha mamaları, emziği, bebek bezini 2-3 sene önce bırakmış, oyuna doyamamış, oyuncağa doymamış, para nedir yeni öğrenen, bebeklikten yeni çıkmış çocuğa böyle soru sorulur mu? Böyle sorular ne kazandırır? Havuz problemleri çözdük te ne oldu? Havuzu tatilde herşey dahil otelde görüyoruz. Bırakın Mahallelerde okullarda havuzu, kent meydanında bir havuzu bile adam gibi döndüremeyen bir yapı, nasıl oluyor da nesilleri havuz problemiyle, katakulli sorularla yetiştiriyor.

Çocuğuna okuma yazma öğret, sonra da yaşına göre bol bol kitap, dergi okut, film seyrettir, daha iyi.

MARS'a ismini göndermek için marsı tıkla

Sarışının daha güzeli var mı?


14 Mart 2010 Pazar

Diyecek laf bulamıyorum.

http://www.taraf.com.tr/makale/10452.htm

Yazıya bakınız; rum köy basarken az bastı, haklıydı...Türk kendini, topraklarını korurken vahşiydi, katliamcıydı. Rum dünyanın gazına gelip karadeniz'de bağımsız devlete heveslenirken "ulusların kendi kaderini tayin hakkını" kullanıyor, Türk buna karşı gelirken suç işliyor.

Küreselleşmeden, özgürlükten, hür dünyadan, basın özgürlüğünden, edebiyattan, sivilleşmeden bahsederler ama yine de Türk haksız.

13 Mart 2010 Cumartesi

Bilezik

Yıl 1995, Beyazıt'ttan aşağıya kapalı çarşı içinden gidiyoruz, yolumuz Eminönü. 3 arkadaşız, yanımızda güzel mi güzel ama bir o kadar da bize yüz vermeyen bir kız var. Hepimizin aklı onunla sevişmekte, lakin o bütün kapıları çoktan kapatmış, biz de bunu köpek gibi biliyoruz. Biliyoruz bilmesine ama yine de yanımızda ne kadar durursa o kadar iyidir düşüncesi var aklımızda. Hani Hayal Kahvesinde solistle veya elektro gitaristle çıkan kızlar vardır ya, o cinsten bir kız. Neyse kapalı çarşıda yerde bir bilezik buluyor içimizden biri. Bileziği hemen cebine atıyor ama hem günahından hem de olası suçundan korkup, durumu bizle paylaşıyor. Günahı da, suçu da 4'e bölüyor. Bozdurup, harcamaya karar veriyoruz. Kız parayı, altını duyunca bir anda şeytan kesiliyor. Ben paramı alıp gideyim diyor. Oysa bir günlük eğlence diye bakıyoruz biz. Kızsa kafasında kimbilir ne planlar kuruyor, parayı elbiseye, ayakkabıya, ruja çevirmeyi planlıyor. Bilemiyoruz. Biz üçümüz gidip, paralarımızın tamamıyla kazı-kazan alıyoruz. Gidiyoruz İstanbul Üniv. Beyazıt kampüsünün bahçesine saatlerce kazıyoruz. Kız ilk saatlerde yanımızda duruyor, para çıkar biraz daha nasiplenirim diye, sonra gidiyor. Anlıyor umut yok. Biz kazıyoruz, kazıyoruz. Çıkanlarla, yeniden alıyoruz. Ve günün sonunda para da kazı-kazan da tükeniyor.

Kız paraları ne yaptı bilmem. Okul bitti görmez olduk, muhtemelen boşanmış İstanbul çalışan kızlarından biri haline gelmiştir. Güzeldi ama.

Kaybolan heyet


1978 yılında Libya'ya resmi temaslarda bulunmak üzere Lünban'daki Şii bir liderin başkanlık ettiği bir heyet gelir. Heyet, Mısır üzerinden Libya'ya giriş yapar. Kaddafi ile resmi bir görüşme yapar. Görüşme biraz tartışmalı geçer. Görüşme sonrasında heyet ortadan kaybolur. Libya'dan çıkış yaptıklarına dair bir ipucu bulunamaz. 2006 yılında heyetin pasaportları İtalya'da bir yerde bulunur. Libya "gördünüz mü Libya'yı terketmişler" der. Libya ile Lübnan'ın ilişkileri bu nedenle halen gerilimlidir.

Kabak tatlısı


Bu lezzete bir başka tatlıda rastlayamadım ....yakında kabak tatlısı üzerine birkaç sözüm olacak...

11 Mart 2010 Perşembe

Yunanistan Krizi

Yunanistan 2009 yılı sonlarına doğru ortaya çıkan ekonomik krizle boğuşuyor. Kriz yeni çıkmadı, sonuçlar ve tablo yeni öğrenildi. Borç korkunç durumda, hükümet yeni önlemler almaya çalışıyor. Almanya, Fransa yardıma pek yanaşmıyor, AB bu konuda çekinceli davranıyor. Sendikalar, gençlik örgütleri, sol-sağ küçük partiler hergün her saat sokak gösterileri düzenliyor. Ama öyle böyle değil, araç yakmalar, bakanlık binalarını işgal etmeler. "Parlamentoyu yakalım" diye çağrı yapıldı en son. Euro bölgesi zorda görünüyor. Alman gazeteleri Yunanistan'a "Adalarını sat !!" diye alaycı başlıklar atıyor.



Sanırım Rusya yukarıdan sırıtıyor.

İSVEÇ'e nasıl posta koyulur?

Kaddafi'nin oğlu İsviçre'de bir barda kavga eder veya bir otelde tam hatırlayamıyorum. İsviçre polisi Kaddafinin oğlunu gözaltına alır. Kaddafi protesto notası gönderir, İsveç oğlanı serbest bırakır ama dava açar. Kaddafi ne yapar? ;

İsviçre'deki 5 milyar dolarlık Libya hesabını hemen kapatır.
İsviçre'yle diplomatik ilişkilerini keser.
Libya'daki 2 İsviçre vatandaşını vize kanununa muhalefetten tutuklar.
Adamlara Libya'dan çıkış yasağı koyar.
Adamlar Libya'daki İsviçre Büyükelçiliği'ne sığınır.
Kaddafi elçiliği kuşatır ve 24 saat süre tanır İsviçre'ye.
İsviçre adamları elçilikten dışarı atar.
Libya adamlardan birini hapse atar, müslüman olanını sınır dışı eder.
Tüm Schengen üyesi ülkelerin vatandaşlarına Libya'ya giriş yasağı koyar
İsviçre'de minare yasağı çıkınca Kaddafi İsviçre'ye cihat ilan eder.
Cİhat kararını ABD Dışişleri bakanlığı "saçmalık" olarak yorumlar.
Libya petrol bakanı "ABD özür dilemeli yoksa Libya'daki ABD petrol şirketleri sorunlarla karşılaşabilir" der.
ABD Libya'dan özür diler.

evet Kaddafi diktatördür, çöl bedevisidir vs. ama İsviç'e Kaddafi'nin İsviçre'ye posta koyduğu gibi posta koyulur.

Konmak istenirse böyle konur diyorum tabi. Koyulmalı mı konusu ayrı bir tartışmadır.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Yaşar KURT


1994-1995 yılı mıydı ?, bir arkadaşımla Beyoğlu'nun arka bir sokağında hoş bir bara gittik; demo kasedini sır gibi saklayarak dinlediğimiz, kimse çekmesin diye gizli tuttuğumuz ama her alanın gizli gizli kaydettiği şarkıları yazan-söyleyen adamı dinleyecektik barda.

Bara girdik, kenara bir yere oturduk, biranın kaç lira olduğunu sormamız gereken zamanlardı. Bir bira koyduk önümüze... dinledik, dinledik.

Adam belirli bir süre sonra gitarı bıraktı, mikrofonu kenara koydu ve bağırmaya başladı: "Buraya şarkı dinlemeye geldiyseniz şarkı dinleyin, şarkı dinlerken yemek yiyecekseniz başka yere lütfen, çatal bıçak sesi duymak istemiyorum." Ses, yemek, çatal, bıçak kesildi; herkes sustu.

O şarkılarını söyledi, mükemmeldi.

Arada da Stairway To Heaven söyledi. Tahta sandalyeyle şarkının bateri bölümlerini de yaptı. Tek kelimeyle mükemmeldi.

Şimdi Yaşar KURT nerededir bilemiyorum ama 1995'li yıllarda yaptığı şarkılarla Türkiye müziğine damgasını vurmuştur. Hakettiği karşılığı alamamıştır belki. O da kendi saflığından, iyiliğindendir.

Onun yaptığını karşılığını alıp, daha ferah bir hayatta, daha güzel şeyler yapacak şartlarının olması gerekirdi.

Ama kendisinin de dediği gibi: "hırsızlar dolaşıyor hırsızlar ...."

Dubai Şeyhi El Maktum

Dubai Şeyhi El Maktum

Aşırı önyargılı olacak ama;

Sen Dubaili Arap, ataların çölde, çadırda kendi meşrebince bir hayat yaşadı. Dubai'de birkaç eşin var, yerel kıyafetinle, ülkende yada bölgende kurduğun mega şehiri, akılcı bir yeni Hong Hong yaratmanı, sermayeyi oraya çekmeni takdir ediyoruz. Ama ne işin var İngiltere'de bir golf kulübünde, palyaço gibi giyinmiş, ingiliz lordlarına yalaklanıyorsun. Yine de sevmem seni ama bu palyaçolukla az buçuk takdirlerimi de yokettin.

Kaddafi'den Birkaç Satır Daha

-----------------

Kaddafi uluslararası basına ve kamuoyuna bir açıklama yapacak, bir yerlerdeki inşaat projeleriyle ilgili. Büyükçe bir binada basın toplantısı-kokteyl türü bir şey veriliyor. Saatlerce Kaddafi bekleniyor. Malum güvenlik tehlikeleri nedeniyle Kaddafi gecikiyor. Etrafta korumalar, güvenlik zincirleri vs. Neyse Kaddafi çıkageliyor. Tam konuşma yapacakken konuklar arasından kalabalık arasına değişik yerlere yayılmış birkaç kişi slogan atıyor. Diplomatlar, yabancı gazeteciler bir an ürküyor. Muhalif slogan falan diye. Ama bu slogancılar "Çok Yaşa Kaddafi, Allah Eksik Etmesin Seni" türünden slogan atıyor. Koruma polisleri slogan atanlara doğru atik şekilde hamle yapıyor. Güya bir güvenlik sorunu var da göstericilere yaklaşalım der gibi. Sanki muhalif de olsa iktidar yanlısı da olsa biz görevimizi yaparız der gibi. Tam bir tiyatro, tam bir komedi.

-------------------

Kaddafi partiye ve seçime karşı. Halk beni seçmiş, parti kurulsa, seçim yapılsa herşey paraya dönecek parası olan daha fazla oy alacak, seçim batının oyunu diyor.

-------------------

Askeri törenlerde geçiş yapan füzelerin içi boş, fırlatsan 1 km öteye gitmiyor.

-------------------

Oğlunu fikirlerinin gelecekteki temsilcisi olarak görüyor; benden en çok feyz alan kişi diyor.

-------------------

Yeşil Kitap Araştırma Enstitüsü

Bir arkadaşımın Libya hatıralarından;

Muammer Kaddafi 1969'da darbeyle iktidara gelmiş; sömürüye, kapitalizme, emperyalizme vs. karşı İslami bir sosyalist düzen ve Afrika-Arap liderliğini amaçlayan bir düzen kurmuş. Tabi binlerce çelişkisi, çağı anlayamayan kafa yapısı, kişisel çıkarlarına gömülmüş bir elitler bürokrasisiyle gerçek dünyanın dışında yaşayan bir ülke halinde şimdi.

Kaddafi, fikirlerini-düzenini anlatmak, yaymak amacıyla bir "Yeşil Kitap" yazmış, içeriğini bilmiyorum (tahmin etmek güç değil tabi). Neyse, dikkat çekici yerlere gelelim.

Libya'da bir "Yeşil Kitap Araştırma Enstitüsü" var.

Bu enstitü şu iddiayla açılmış; "toplumsal, bilimsel ve dinsel tüm çözümlerin, gelişmelerin kaynağı Yeşil Kitap'ta. Size kitabı araştırıp, içeriğinden yararlanıp, derinleştirmek kalıyor". Enstitü'de 3000'in üzerinde bilimadamı çalışıyor.

Libya'nın dünya bilim-teknolojisine katkısı buradan geliyormuş, anladık.

O DA İYİ ABİ

- Renault Megane alıcam, 2. eli iyi..
* Çok iyi abi
- Aslında Megan'ın tipini beğenmiyorum, Focus daha iyi gibi geliyor..
* Aslında o da iyi abi

- Tatile Alanya'ya gitmeyi düşünüyorum, plajı harika..
* Çok iyi abi
- Aslında Alanya aşırı sıcak oluyor, Ege tarafına mı gitsem..
* Aslında o da iyi yaa

- İşletme yazıcam, geleceğin mesleği..
* Doğru abi
- Aslında çok işletme mezunu oldu, hukuk mu yazsam..
- Aslında hukuk da çok iyi abi

- Evlenmek lazım, çocuk lazım..
* Çok doğru söylüyorsun abi
- Bir bakıma evlilik de kölelik, bekarlık daha iyi
* Haklısın abi, tek başına süper

Bu onay adamıyla ilkokuldan orta sona tüm yaz tatillerimi aynı mahallede geçirdim. SOnra arasıra trende, vapurda otobüste karşılaştım. Hep aynıydı, ne desem onaylardı, ne desem süperdi

21 Şubat 2010 Pazar

ALTIN AYI

Almanya'da her yıl yapılan Berlin Film Festivali'nde verilen Altın Ayı Ödülü'ne bakın. Ne kadar çirkin, ne kadar korkunç, ne kadar itici. Ayı yavru mu, büyük mü, aç mı, bizi yiyecek mi ? Belli değil. Alman kardeşim sen mekaniğe yönel, ödül olarak AUDİ, BMW ver bence.

Bizimkiler de ödülü öpüyordu, TV'de gördüm. Öpün, öpün.

The Beautiful South'un Bir Şarkısını Hatırladım Aniden

Sabah 06:30'da cep telefonun alarmıyla uyanıyorum, kızımı uyandırıyorum, o salona giderken ben mutfakta yumurtayı haşlanmak üzere ocağa koyuyorum, yumurta kaynama noktasına gelene kadar, kahvaltı tabağına çekirdeği çıkarılmış 4 zeytin, 4 dilim kaşar peyniri ve bir tutam tereyağ koyuyorum. Bu sırada yumurta kaynamaya başladıysa altını kısıyorum ki kaynarken çatlamasın. Yumurta kaynar dururken kahvaltı tabağını salona, çizgi film izlemeye başlayan kızıma götürüyorum (Aynı tabaktan kendime de hazırlıyorum, ona yedirirken sıkılmıyım diye), arada çatalla kaşar, tereyağ, zeytin verip, hızla mutfağa koşuyorum. Heh yumurta olmuş, soğuması için soğuk suyun altına. O sırada 3 adet portakalı, kesip hızla sıkıyorum ve salona getiriyorum. Kahvaltı bitmeye yaklaştı, portakal suyunu vermeden, üstünü gidiriyorum; tam bu sırada benim tuvaletim var derse hemen gidip tuvaletini yapıyor. Üstünü giydiriyorum, portakal suyunu içiriyor, çantasına su, kek, küçük süt, cebine bir TL koyuyorum. Servis cep telefonunu çaldırıyor, montunu giyiyor ve evden çıkıyor. Tam çıkarken bazen pekmez, bazense bir sıkmalık bal yediriyorum. Saat 07:32.

Elektrikli Otomobil (Ampera):

Muazzam görünüyor. Ama ben onu Ericsson 688'e benzettim. Tam 1300 Marka almıştım onu o zaman. Şimdi ne modeller çıktı. Aynı şey olacak sanırım.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Yunanistan Krizdeymiş


BELKİ DAHA SONRA


1990'larda arkadaşlarla bir kafe açacaktık, adı "bilmiyorum" olacaktı. Beşiktaş/Ihlamur Yokuşu güzergahında olacaktı kafe. İnsanlar "adı neden bilmiyorum kafenizin ?" diye sorduklarında "bilmiyoruz" diyecektik. Kafede çay ve sigara satılacaktı. Önünde bir simitçi olacaktı, simidi o satacaktı.

Sonra 1995'li yıllarda öğrenci evimi o bölgede tuttum ve gördüm ki -2. kattaki boklu bir ev bile ateş pahası, kafe için bir dükkan tutmak hayal ki ne hayal.

Zaten o arkadaşlar da dağılıp gitti. Fikirler de öyle. Belki arkadaşlardan bazıları bir şekilde bu fikrin türevlerini gerçekleştirmiştir, mutlular mıdır bilmiyorum.

Yıllar geçti aradan, benim kafamda halen bir kafe açma fikri durmaktadır. Bu kafe fikri çocukların odalarında çadır kurup kamp yapmaları gibi bir ihtiyaçtan mı doğuyor? Bilemiyorum. Daha doğrusu bu konuyu derinliğine düşünmek istemiyorum. O kadar derinlere dalamam. Dalmam

2012

2012 filmini izledim. Klasik fırtına, deprem, arılar, armagedon, sel filmlerinden. Dünyanın kimyası bozuluyor ve merkezde magma denen sıcak şey eriyor, kıtaların üzerinde olduğu tabakalar yerinden oynuyor, buzullar eriyor ve himalayalara evereste kadar deniz taşıyor. Afrika kıtası yükseliyor ve dünyada yaşanabilecek tek kara parçası biraz küçülmüş afrika kalıyor. İşte dünyanın gelişmiş ülkelerinin ortak çabalarıyla felaketten yıllar önce Çin'in yüksek bir kesiminde bir grup insanın içine alınabileceği modern nuhun gemileri yapılıyor ve bir grup insan (Yaklaşık 15-20 bin kişi), hayvan ve bitki numuneleriyle kurtuluyor. Tabi büyük çoğunlukla sahneler beceriksiz, olay birkaç insanın mücadelesine döndürülüyor vs.

7 yaşındaki kızım çok korktu. Bense filmin sonunu sevdim. Yeniden 15-20 bin kişiyle dünyaya başlamak kötü bir fikir gibi gelmedi.

Su Kemerleri

İz TV'de izledim. Kocaeli'nin Kandıra bölgesine doğru, İzmit'e yaklaşık 20 km. mesafede Roma döneminden kalma ve o dönemde İzmit'te bulunan Roma şehrine su taşıyan onlarca su kemeri ve diğer yapıları bulunmaktaymış. Yıllarım İzmit'te geçti, İzmit'in okullarında okudum ama ne kimseden duydum ne bir yerde okudum. Ayrıca o kadar muazzam bir doğal güzellik var ki o su kemeri güzergahında, hayretler içinde kaldım. Maşallah eğitim ve kültür hayatımız iyi geçmiş. Sınavdan, ezberden, ÖYS'den, ÖSS'den başka şey bilmedik.

BİR BAŞKA ÜLKE


Sıradan bir istek sanıyorum, hele orda burda üniversite yalamışlar için, çok sıradan. Ama sıradan olması gerekliliği yoketmiyor. Geçen bir film seyrediyorum, adamlar bir ormanlıkta yürüyor, yürüyor derken nazilerden kaçıyorlar ormanın içlerine doğru. Adamların başı da Daniel CRAİG. Daniel CRAİG diyor ki yanındakine "orman ne kadar güzel !!" O anda tekrar depreşti "bir başka ülke" düşüncesi. Bu kadar koşturmacalı, stresli, okul taksidi, araba taksidi, bankaya paras yatırmalı, bayramda el öpmeli, tıkış tıkış düğünlü, gitmeli-gelmeli, boğmalı bir hayat sürerken Türkiye'de; daha sakin yerler, daha sakin hayatlar da var. Ve oralara gitmeli diyorum ben. Lord of the rings Yeni Zelanda'da çekilmişti. Ne kadar güzel bir yer orası.